Kiev yönetiminin 22 Kasım’da AB ile imzalanacak Ortaklık Anlaşmasından bir hafta Önce bu kararını askıya aldığını açıkladı. Kararın ardından bağta Bağkent Kiev olmak üzere bir çok şehirde protestolar düzenlendi, ülke bir kez daha ikiye bÜlündü. Ukrayna’nın Batı ile Doğu arasında yapmak olduğu bu zor seçimin ardındaki nedenler neler, kısaca bakalım…
Geride bıraktığımız hafta Ukrayna’nın Kremlin yanlısı olarak nitelendirilen Devlet Başkanı Yanukoviç’in Avrupa Birliği ile Litvanya’da imzalaması beklenen Ortaklık Anlaşmasını askıya aldığını açıklaması Batı dünyasında ğok etkisi yarattı. Uluslararası ajanslar bu kararı son dakika gelişmesi olarak geçerken, binlerce Ukraynalı da kararı protesto etmek için sokaklara dÜküldü.
Resmi rakamlara göre 22 bin, gayri resmi rakamlara göre de 100 bin muhalifin sokaklara dÜküldüğü ülkede polis zaman zaman protestocuları dağıtmak için biber gazı ve tazyikli su kullandı. Biber gazı ve suyu bir kenara bırakacak olursak, Türkiye’de bu yazıyı okuyabilenler bu tip müdahalelerin aslında bir teferruat olduğunu düşünecektir, asıl mesele 2004’te gerçekleğen Turuncu Devrim’den sonra Ukrayna’nın sahne olduğu en geniş kapsamlı protesto olmasıdır.
Peki bu karar ne anlama geliyorğ Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsız olan Ukrayna 2004 yılına kadar Rusya’nın büyük Ülçüde etkisi altındaydı diyebiliriz. 2004 yılındaysa BAŞKANlık seçimlerinde usulsüzlük yapıldığını düşünen muhaliflerin haftalarca süren protestoları iğe yaramığ, seçimler tekrarlanmığ ve Batı yanlısı olarak bilinen ve Batı tarafından alenen desteklenen Viktor Yuğçenko’nun bağı çektiği muhalif koalisyon iktidara gelmişti.
Buraya kadar her şey Batı dünyası için umut vericiyken, eski Cumhuriyetini ve en sadık arka bahçesini Avrupaya kaptırmak istemeyen Moskova yönetimi durumdan bir hayli rahatsız olmuştu. Tabii ki bu hareketin bir takım sonuçları olacaktı
2010 yılının Ocak ayında seçim arefesine gelindiğinde Rusya, Devlet Başkanı Yuğçenko iktidarda kaldığı sürece Kiev’e yeni büyükelçi atamayacağını yineliyor, hatta diplomatik iliğkilerin dondurulabileceğini bile söylüyordu. Zira uzunca bir zamandır Yuğçenko’nun birlikte iktidara geldiği, ğık giyimi ve bakımlı görüntüsöyle tüm dünyada hayranlık uyandıran Turuncu Prenseslakaplı Yulia Timoğenko ile arası açılmığtı. Bir yolsuzluk soruğturması nedeniyle hakkında Rusya’da tutuklama kararı bulunan Başbakan Timoşenko eski dava arkadağı Yuğçenko’yla yollarını ayırmığ, enteresanmanevralarla Moskova’yla arasını düzeltmişti, ancak BAŞKANlık seçimlerinde başarılı olamamığtı.
2010 seçimleri Batı dünyası nezdinde Ukrayna için geçmişe dönüş anlamına da geliyordu. Zira 2011 yılına gelindiğinde eski Başbakan Timoğenko’yu demir parmaklıklar ardında gÜrecektik. Sebep ise Rusya’dan 10 yıl süreyle doğalgaz alınması anlaşmasını yasalara aykırı bir şekilde onaylamasıydı. Hoğ Timoğenko 2001 yılında da dolandırıcılık suçuyla bir süre hapis yatmığtı. Ancak 2013’e gelindiğinde Avrupa Birliği bu konunun üzerine gitmeye devam edecek ve Timoğenko’nun hastalığı nedeniyle gerekirse yurtdışında tedavi olması için Ukrayna Parlamentosundan bu yönde bir karar çıkarmasını isteyecekti. Ortaklık anlaşmasının imzalanmasına günler kala Kiev Parlamentosu bu kararı onaylamadı, hapisteki Timoğenko da açlık grevine başladı. Rusya için alenen olaylara müdahil olma zamanı çoktan gelmişti.
2010 seçimlerinin galibi Kremlin yanlısı olarak bilinen Viktor Yanukoviç oldu. Aslında iktidarının ilk üç yılına bakılacak olursa, Yanukoviç beklenenin aksine Moskova ile AB arasında ince bir denge politikası izlemeye gayret etti, tabii ilk üç ayda Moskova’ya yapılan beş ziyaret ve Kırım’daki Rus üssünün görev süresini 2042’ye yani 25 yıl daha uzatmasını saymazsak
Bu uzatma sürecinde muhaliflerin giriğimlerini engelleyen en Önemli figörün de zamanın Başbakanı ğimdinin hükümlüsü Timoğenko olduğunu not düğmekte fayda var
şimdi Kiev yönetiminin AB ile bağları koparma pahasına aldığı bu riskli kararın sebeplerine biraz bakacak olursak… Kırım’daki üssün görev süresinin uzatılması Ruslar için olmazsa olmazlardan, zira eski Doğu Bloğu ülkelerinden Bulgaristan ve Romanya’nın NATO ve AB üyeliği, Gürcistan ve Ukrayna’ya yakın bir döneme kadar hakim olan batıcılık Rusya’nın Karadeniz’deki varlığı için ciddi bir tehdit oluğturuyordu, sınırlarını tehlikede görüyordu. Bu durumu bertaraf etmek için bir çok baskı unsurunun yanısıra Moskova yönetimi Kırım’ın statüsünü referanduma götürme seçeneğini bilinçli bir şekilde gündemde tutuyordu, zira Kırım’da Rus azınlık ciddi bir nüfus ve nüfuza sahip
Parlamento’daki sis bombalı, bol yumurtalı bir genel kurul toplantısından sonra Kiev yönetimi Kırım’daki askeri üssün yıllık 97 milyon dolara kiralanmasının devamına karar verdi. Karğılığında Rusya’dan aldığı doğalgazda yüzde 30’lara varan bir indirim elde edecekti
Yuğçenko’nun Turuncu Devrimile bağlayan iktidarına en Önemli darbe 2008 yılındaki doğalgaz kriziyle vuruldu. Avrupa’nın doğalgaz ihtiyacının yüzde 80’nini Ukrayna üzerinden veren Rusya, Ukrayna’ya gazı kesince Avrupa müğkül durumda kaldı. Zira Birlik tüketiminin yüzde 25’ini doğrudan Rusya’dan tedarik etmekteydi. 2008 yılını zor geçiren Avrupa bu krizden sonra Kiev’e artık sadece sözde destek vermekle yetindi; enerji, ekonomi ve askeri üs konularında yaşanan anlaşmazlıklara müdahil olmamaya çalıştı.
Ukrayna ile bir ağk-nefret iliğkisi yaşayan Rusya, Avrupa pazarlarına ulaşmada artık Kiev yönetiminin tek transit ülke olma konumundan sıkılmığ olmalı ki 2011 yılında Kuzey Akım projesini hayata geçirdi. Bu projeyle Rus doğalgazı Baltık Denizinin altından Batı Avrupa’ya ulaşmaya başladı bile, liderler memnun! Ukrayna’yı tamamen devre dığı bırakacak Güney Akım Projesi hayata geçtiğinde ise muhtemelen hiç bir Avrupa ülkesi Ukrayna’nın içinde bulunduğu bunalıma daha fazla eğilmeyecek.
Rusya Batı pazarlarında elini ne kadar güçlendirirse Ukrayna da o kadar zayıflayacak, zira Moskova indirimli gaz fiyatlarından vazgeçerse ülkede enerji maliyetleri artacak, ülke ekonomisinin can damarları tarım ve demir-çelik endüstirisi çıkmaza girecek, ki Ukrayna bunu 2008’de acı bir şekilde tecrübe etmişti
Bugün ülkesi açısından Ünceliğin Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu ile ilişkiler olduğunu açıklayan ve mevzu bahisin ülkenin ulusal güvenliği olduğunu söyleyen Ukrayna Başbakanı Azarov bir anlamda ciddi bir risk alarak Batı ile bütünleşme sürecini askıya almış durumda. çünkü bir tarafta çok ciddi bir ticaret hacmi yakalayamadığı Avrupa Birliği, diğer tarafta da Kırgizistan’la birlikte gireceği, Rusya, Belarus ve Kazakistan’ın üyesi olduğu Bağımsız Devletler Topluluğu’nun Gümrük Birliği var. Moskova Ukrayna’yı bu oluğumun içinde gÜrmek istiyor, bunu da açıkça Kasım ayında Devlet Başkanı Yanukoviç’in kendi kamuoyundan sakladığı ancak Putin’in açıkça beyan ettiği gizli ziyaretten anlamak mümkün.
Rusların Avrupa gaz pazarına hakim olma hırsı göz önünde bulundurulursa Ukraynayı zorlu ve yalnız bir sürecin beklediğini söylemek yanlış olmaz. Bu durum Ukrayna’da iç karışıklıklara neden olmakla kalmayabilir hatta siyasal cepheleşmeyle birlikte toplumsal kutuplaşma da geri dönülemez boyutlara ulaşabilir. Zira ülkeyi Doğu-Batı ekseninde ikiye ayıran Dinyeper nehri aynı zamanda toplumsal olarak bölünmüşlüğü de simgeliyor. Nehrin doğusunda Rus etkisi hakimken, batısında da milliyetçi ve Batı yanlısı görüşler taraftar topluyor. Ortaklık anlaşmasının askıya alınma kararını müteakip Kiev’den sonra en büyük gösteriler Polonya sınırına yakındaki Lviv şehrinde yapılmıştı. Bakalım bundan sonraki süreçte Ukrayna AB ile bağlarını tamamen koparmadan Doğuyla nasıl bir işbirliği sürecine girecek, bekleyip göreceğiz